1 Ekim 2010 Cuma

Hemen bir üst sokak

Haftanın 5 günü gittiğim bir semt var, İstanbul'un göbeğinde Taksim'den 10dk.da yürüyebilirsiniz çok uzak değil. Hayatın içinde, çoğumuzun girmediği çekindiği umarsızca yanından geçip gittiği: Dolapdere. Görmezden geldiğimiz tanımadığımız hayatlar var orda. Korkunun da en büyük kaynağı bilgisizliktir ya -yoksa niyo korksun insan karanlıktan- çok da kortuğumuz yerler hani. Sırf bu yüzden çok rahatça dışladığımız bir yer, orda yaşanaları görmeyiz, aslında görmek istemeyiz. Önyargılarımızı kapatırız, cahillikle bile suçlamayız onları cahilliğin getirdikleriyle suçlarız nasıl ve neden demeden hiç merak edildi mi nedeni?
Gündem malum "anadilde eğitim", çoğu kişi için tartışılabilcek bir şey bile değil. Şırnak'da bir köy okulunda değil Hacıahmet mahallesinde kampüsümün olduğu mahallede yaşananlar bunlar. 90'yıllardaki köy yakma olaylarıyla gelen zorunlu göç eden ailelerin yerleştiği bir semt burası. Çoğunluğu da Kürt, bir mahalle Siirt'ten, Mardin'den, Diyarbakır'dan, Batman'dan gelenler, daha doğrusu gelmek zorunda kalanlar. İçiçe evler, sokakta sürekli koşturan çocukların yanında çuvallarla pamuk taşıyan küçük çocuklar da var, yoksulluk bariz; ama insanları içiçe sanki hepsi bir aile. Resmi dilleri değil ama; mahalli dilleri pek tabii Kürtçe. Aileler kalabaık 6-7 kişilik, mahalledeki konfeksiyon atölyelerinde çalışan babalar getiriyor parayı. Evde, sokakta Kürtçe konuuluyor; ancak çocuklar okula gittiklerinde karşılarına çıkan dil bambaşka. Türkçe öğrenmeye çalışırken aynı anda dersleri de öğrenmeye çalışan bir çocuk grubu. TRT 6 da kurulmuşken bu inat ne diyor insan bazen. Öğretmemek için bu çaba da kasıt aramamak zor oluyor. Okulda dahi sınıfta, tenefüste kendi aralarında Kürtçe konuşan bu çocukları böylesine zorlamak niye. "Anadilde eğitim" gibi bir tartışma içinde değil çoğu sadece bir şeyler öğrenmek niyetine giren bu çocuklara okula gitmek fırsatı tanınmış; ama öğrenmek fırsatı?
Çocuklar derste parmak kaldıramadıklarından, sorunun cevabını bilse de Türkçe kendini ifade edemediğinden cevaplayamadığından, tuvalete gitmek istediğini bile Türkçe söylemeyip Türkçesi daha iyi olan birinden rica edip o şekilde gittiğinden bahsediyorlar ve daha nice örnekler tabii ki de.
Konuyla ilgili temel sorun belki de bizim o yüksek duvarlı, çelik konstrüksiyon, güvenlikli binada değil de bir üst sokağa çıkıp belki de sadece 25 kuruş fazla vererek çay içmeyişimizden kaynaklanıyor. Kolayca yargılamaktan, bununla beraber gelen hatta aşağılamadan en çok. Haftanın 5 günü aynı havayı solduğun insanlardan kaçarak değil de onlara azıcık olsun güvenemiyoruz, her şeyi tehdit olarak algılayan korku cumhuriyetimizde yaşıyoruz. Çıkmak da istemiyoruz, biz "doğru" yaşayanlar alışkanlıklarımızdan vazgeçme tehdidi yüzünden başkalarının alışkanlıklarına müdahele ediyoruz.
İşte burada Bahçeşehir, vb. gibi kendini şehir üni. diye adlandıran üni.lere inat, Kuştepe'de camından bakınca gecekonduların arasından yükselen Trump Towers'ın gözüktüğü, Dolapdere'den bakınca o evlerin üzerinden yukarıdaki Ciner Medya Grup binasının gözüktüğü okuluma teşekkür ediyorum. Boğaz kıyısında güzel bir semtte değil; hayatın ve gerçeklerin içinde, şehirde, sokaklarda, ve dediği gibi dürüstçe şehir üniversitesi olduğu için.