11 Temmuz 2011 Pazartesi

Çatışmaların temel noktası:kimlik

Varlıkların her zaman bir sürü etiketi, bir sürü kimliği olmuştur. Her şeyin dahil olduğu kategoriler vardır, her zaman da uyuşmaz bu kategoriler. Dahil olduğumuz bu kategoriler bizleri oluşturur bunların bütünüyüzdür: İnsan olmak, bir etnisiteye dahil olmak, bir dine mensup olmak, bir takımı tutmak, bir siyasi görüşe sahip olmak, bir şeyi sevmek ya da sevmemek v.s.. Bütün bu kategorilerin kendi kültürleri vardır, bu kimliklerimizin hepsinden bir şey alırız. Varlıktan varlığa değişmek suretiyle bunların hepsine aidiyetimizi de farklı tanımlarız, kimine daha fazla öncelik veririz. İşte bu önceliklere göre de kültürel atışmalar ortaya çıkar. Etnisite ön plandaysa bizim için, diğer insanları da buna göre değerlendiririz, din ön plandaysa dine göre, insan olmak ön plandaysa da yine buna göre. Bunlar diğer varlıklarla olan çatışmalarımızın temel noktasını oluşturur.
Hayat her zaman kültürel çeşitlilik içindedir, tarih bir kültürler çatışması da olsa aslında sayısız kültürün de beraber yaşadığını görmekteyiz; ama bu kültürel çeşitliliğin tamamen olduğu bir ana pek tabii olarak şahit olamadık; tarihsel bir gelişim içinde her zaman çoğunlukça ön planda olan kimlikler oldu orta çağda din, yeni çağda milliyet, günümüz içinse bilgi iletişim teknolojilerinin gelişimi ve bilgiye erişimin kolaylaşması ile ön planda olan kimlik sayısı da pekala arttı. Bunu pekala şöyle açıklayabiliriz. Mesela eskiden basılan kitap sayısı azlığı ve bunlara erişimin zorluğundan tüm edebiyat dünyası benzer kaynaklardan yararlanırdı ve ortak akımlar, ortak edebi hareketler pekala rahatça ortaya çıkardı; ama şimdi her yazar çok farklı kaynaklardan pekala yararlanmakta ve farklı bir edebi yer edinmektedir. İnsanların sahip olduğu kimlik sayısı hızla artmakta ve çeşitlenmektedir. Yalnız her halde herkesin kimi öncelikleri olduğundan ve devletler de ulus devlet çıkmazından kurtulmadığından kültürel çatışmalar da pek tabii sürmektedir. Bu kimlikler bazen tutulan takımlarda, bazen çevreye bakışta, bazen siyasette, bazen yediğimiz yemekte,bazen yolculukta ortaya çıkar ve bütün bu tercihlerimiz karşıtlarıyla karşılaştığında çatışmaya sürükleniyor.
Bu kimlikler farklı şekilde bir arada bulunur, bazen bir kimlik diğerini sıkıştırır asimile eder, bazen bir kimlik diğerini yok eder, bazen bu kimlikler yan yana birbirine değmeden mozaik taşları gibi yaşarlar, bazen kaynaşıp tek bir kimlikte birleşirler, en zoru da bazen beraber, birlikte yaşarlar. Bu birlikte yaşamak hem kültürel alış verişin olduğu, yakın ilişkilerin olduğu, şartların taraflar için eşit olduğu şartları kast ediyor. Yan yana da belki eşit şartlarda yaşayacaklar ama birlikte yaşamayacaklardır.
Her şey için öncelikli kimlik şey olma, var olma olduğunda, öncelikli kategori bu olduğunda; gerçekten beraber yaşanıp tamamen kültürel çeşitlilik sağlanabilecektir. Her şeyin bütün bu evrenin parçası olduğunu algılarsak, taş ile ağacı canlı cansız diye ayırmaz, canlıları akıllı akılsız diye ayırmaz, insanı her şeyden üstün görmezsek, insanın kendi içindeki ayrımları da pekala yok edebiliriz. Bütünde birler olarak birleşmiş haldeyiz ya zaten, sadece bunun farkına varmamız gerek. İnsanın kendini çeşitli uydurduğu kategorilerle kendini evrenin parçası değil, hakimi fikri kaybolursa, kendine hükmetme hırsı da kaybolacaktır. Bütün bunlar boş laflarsa bana sadece şunun cevabını verin: Senin içindeki proton, nötron ve elektron ile bir taşın içindeki arasında ne fark var? O elektron bir ara da o taşın için değil miydi?