28 Temmuz 2017 Cuma

Handmaid's Tale ve İktidar Üzerine Kısaca Düşünceler



Handmaid's tale alışılageldik distopyaların, hatta bir çok siyaset üzerine konuşmanın kaçırdığı bir noktaya dört elle sarılıyıor: cinsiyet. Siyasi iktidarın tanımında bir uzlaşma mümkün olamayacaksa da; en azından yasayı koyma gücünün, yani Leviathan'ın asasının, varlığı çoğunlukla kabul edilecektir. Normu(yani istisnayı) belirleme gücü iktidardır, dersek büyük ihtimalle eksik; ama yanlış olmayan bir tanım olacaktır. Bu siyasi iktidarı elinde bulunduranların, ünvanları ne olursa olsun. Bu belirleyicilerin bir diğer adı daha vardır: Erkek(tabii ki bireyler değil kast edilen). Sadece erk sahibi anlamıyla yapılacak dümdüz bir yorumla değil, çoğunlukla kuramsal ama dayanağını tarihten alan bir gerçeğin yansımasıdır bu kelimenin böyle kurulması.

Gelelim dizinin kendisine, dişiler iki kategoriye ayrılmış durumda: Doğurgan olanlar ve doğurgan olmayanlar. Dolayısıyla kadının korkutucu yaratıcılığına ilişkin erkeğin kendini insanlığın kendisi olarak görerek var etme çabası, o gruplardan doğurgan olana yönelirken; doğurgan olmayan kadın ise, sosyal hayattan işlevsiz görülerek adeta silinmektedir. Ancak doğurgan olmadıklarından bir tehdit unsuru değildirler ve bu silinme işlemine özel bir çaba harcanmaz. Doğurgan olmayan kadın, yaratıcı olmadığı için daha az korkulur ve erkek hakimiyeti uğruna dışına itildiği insanlığa biraz olsun yaklaşırılmışsa da, erkek de olmadığı için merkeze gelmesine de pekala müsaade edilmemektedir. Doğurgan kadınlar kutsallaştırılmış, yani zorla toplumun dışına itilmiş, bir çeşit sürgüne gönderilmişlerdir. Kutsallaştırılmış Handmaidlerle, arkaik toplumlardaymışcasına, iletişimin çok sert ve belli kuralları vardır. Bütün bu ritüeller yeni düzenin anlamlandırıcılarıdır.

Gilead'daki toplumu şu şekilde üçe ayırabiliriz: kadınlar(doğurmayan dişiler), kutsal kadınlar(doğurgan dişiler) ve insanlar(erkekler). Bu ayrım, erkek ve erkek olmayan ayrımının antropoloji'de bulunacak doğurganlığa ilişkin köklerine çok gerekli bir vurgu yapmaktadır. Yukarıda da belirtilen korkutucu yaratıcılığın kaynağıdır bu doğurganlık. Gerçekten de, karmaşık toplumlarda görmenin daha zor olduğu cins hakimiyeti, basit toplumlarda daha kolay gözükür ve Gilead karmaşık bir toplumda basit toplumlardaki kadar görünür olsa nasıl olurdu sorusunun olağanüstü bir cevabıdır. Kadınlar, dişiliklerinin tanımlandığı doğurganlık açısından dahi, erkeklere bağımlı kılınıyor ve her alanda özerkliklerini kaybediyorlar. Daha doğrusu dünyamızın toplumlarına bir büyüteç tutularak bu ilişki çok daha çarpıcı bir şekilde gösteriliyor. Bunun bir görüntüsü kısır eşin çocuğunun ebeveynlerden sadece babayla biyolojik ilişkisi olmasıdır. Kadının çocuğu olması, eşinin spermine bağlıdır. Yaratıcılığı denetimine almaya ilk toplumdan başlayan erkek, burda doğrudan doğruya kendine bağlandığı bir sosyal norm inşa ediyor. Diğer bir görüntüsü ise handmaid ile “baba”nın ilişkisindedir. Handmaid'in doğurmak dışında hiç bir işlevi yoktur. Kadının “alet-beden”inin muazzam bir gösterimi olan bu durumda yaşanan şey, Gilead toplumuna göre tecavüz değil, dini bir ritüeldir. Handmaid'in bu ilişkiye girmeye moral bir zorunluluğu olduğu düşüncesi pratik nedenlerle hakim kılınmıştır. Erkeğin, yaratıcılığı böylesine denetime alınmasından pek tabii olarak; kürtajdan doğum kontrole, nice oldukça güncel konuya ilişkin mesele ortaya çıkarılabilir. Yalnız bu ve benzeri dizinin çeşitli noktalarından çıkarılabilecek olan bariz noktalara pek de değinmek istemiyorum. Zaten yazının kapsayıcılık iddiası da yok. Ancak söylenmesi gereken bir şey var ki; bütün bu denetim ilişkisinin normdışı alanda değil, sivil alanda yapılıyor olması, meşrulaşmış şiddetin günümüz için tekrar düşünülmesine en yardımcı olacak yanlarından biridir.

Handmaidler “red center”da içinde işkencenin de olduğu, sert bir eğitimden geçerler. Karmaşık toplumlarda da, basit toplumlarda da görülen: kadının çok boyutlu ve çok baskıcı bir cinsel ğitim sürecinden geçirilerek, üreme alet-bedenine dönüştürülmesi burada söz konusu olur. Handmaidler psikolojik ve fizyolojik yapılarının karmaşık ve eksiksiz bir biçimde terbiye edilip yönlendirilmesine dayanan ve üreme işlevinin denetlenmesine yönelik bir cinselliğe burada zorlanır. Handmaid'lerin bedeninden öte bir kimliği olamayacaksa da, bedenleri onlardan başka bir şeydir. Gilead'da kadının cinselliği tabii olandan soyutlanarak yeniden, yeni sosyal düzlemde yaratılır. Dişi ve kadın aşağı yukarı burada ayrılır. Kısır kadınlar ve handmaid kadınlar arasında adeta artık iki yeni cinsiyet olmuş. İkisi de erkeğin altında olsa da; en tehlikeli olan doğurganlar, bu yeni sosyal düzende de en alta itilmişlerdir.

Anlatıya dair problemler de pekala var; şöyle ki Gilead yeni kurulduğu için bu yeni sosyal düzen daha tam anlamıyla yerleşememiştir. Bu durumda, günümüz için söyleyebileceğimiz şu gerçek sanki yokmuş gibi olur: kadınların da erkeklerle beraber günümüzde, hakim erkek idolojisinin değerlerini beraber benimsemiş oldukları. Yahut katastrofi öncesi kapitalist düzenin idealize edilmesine yakın bir şekilde güzel eski günler anılmaktadır; sanki bütün bu distopyada görülenler gündelik hayatın dikkat çekmesi için bir mercekle büyütülmüş halleri, sembolleri, değilmişçesine.

Yalnız yine iktidar üzerine konuşurken aleni olarak cinsiyetten bahsetmenin önemi o kadar büyük ki. Şöyle ki; yukarıda iktidarın en azından norm/istisna belirleyici olduğu konusunda çoğunluğun uzlaştığını düşünerek, ilk evrensel norma gitmemiz gerektiğini söylüyorum. Tabiattan kültüre, sürüden topluma(kelimelere takılmayalım bence de sıkıntılı ifade ikisi de) geçerken ilk norm neydi diye düşünürsek en makul cevap haram cinsel birleşme yasağıdır. Gerçekten de antropolojik çalışmaların bize gösterdiği şudur ki, tüm insan topluluklarında evrensel/ortak bulabildiğimiz ilk norm, ensest yahut haram cinsel birleşme yasağı şeklinde adlandırılabilecek yasadır. Toplumdan topluma içeriği ve kapsamı değişse ve bir tarihi gerçek olarak hepsinde bunun ilk norm olup olmadığını bilmesek de, buraya kadar olan bilgi bu normun en olası ilk norm olduğunu ortaya koyar. Ve bu yasakla, akrabaların isimleri, ailenin kuruluşu, sivil toplumun yaratılışı; erkeğin insanlığı tekeline alıp bir sözleşmeyle kadını yaratması gerçekleşir. İçindeki bireylerin toplamından daha fazla olan toplumun kurulması ve kadının nesneleştirerek gruplar arası değiş tokuş nesnesi hale getirilmesi tarihte dondurduğumuz bu ana dayanır. Kısacası bu kural koyduğu an yaratılmıştır erkek ve kadın. Yani sosyal olan en azından bir norma bağlı yaşayan insan topluluğu ise, erkek bu normu belirleyen yani hükümdar olmuştur. Penisliler erkeğe, vajinalılarsa kadına bu kuralla dönüşmeye başlar.



Bütün bunlardan anlaşılabilecek olan temel şey; İktidar ve iktidar ilişkisinin erkeğe dair olmasıdır. Anayanlı toplumlar olup anaerkil toplum gösterememiz de belki bundandır ya. Yalnız belki açıkça söylemek gerek, bu tespit "kadınlar doğa/biyolojik olarak erkeğin hükmüne girmelidir"in değil, tam tersi sosyal olarak oluşturulmuştan da öte; "sosyalliğin kurulmasıyla bu iki kavram birbirinden bir iktidar ilişkisiyle ayrılmıştır"ın tespitidir. Ayrıca ilk sözleşmeyi kuranlar kuramsal olarak doğrudan doğruya erkek bireyler olsa da; iktidarın asıl sahibi erkek bireyler de değil; bu bireylerin de altında ezildiği, bir kurum olarak erkeklik olacaktır. Bu sosyal sözleşmeci yaklaşım bir tarihi gerçekliği anlatmıyor olsa da, iktidarın yapısı gereği erkek olduğunu bize göstermek için doğru bir yöntemsel araç olacaktır.

Yani iktidara dair konuşmak istediğimiz her durumda aslında zaten cinsiyetlere ilişkin konuşuyor olsak da; bunun aleni ifadesi doğru bir karşı çıkış yapmak için fazlasıyla kritiktir. Sonuç olarak düzene dair her itiraz cinsiyet bağlamında da düşünülmelidir. İktidarın erkekliğine parmak basmadan yapılan her iktidar yorumu, insanı erkeğe sıkıştıran görüşün bir parçası olmaktan çıkamayacaktır. Erkeklik iktidarın ta kendisi olduğundan, her karşı çıkış erkeğe karşı çıkıştır. Ve Handmaid's tale, bunu bastıra bastıra gösterdiği için özeldir.

20 Ocak 2017 Cuma

Bir bebekten bir katil yaratan karanlık

10 sene önce 19 Ocak günü; her cuma olduğu gibi Bursa'ya, eve, dönmek için Pendik'ten feribota binecektim. Yalnız feribot iptal olmuş, iskelenin önüne minibüsçüler doluşmuştu. Yalova'da minibüsten inip Bursa otobüsüne geçmeden tuvalete girdiğimde almıştım haberi.

Yıldırım Bayezid Interact Kulübü'nde kendi dönemim dışında fiilen başkanlık yaptığım bir kaç seneden biriydi. Mekanlarda "Coffee News" adında bir yayın standlarda mekanlara gelen kişilerin okuması için beklerdi, "Gaste"nin ve "20 Dakika"nın da çıkmasına daha bir sene kadar vardı. Kendimiz benzer ücretsiz ve yerel ufak bir yayın hazırlamak istemiştik. Adını hatta biz de "Gaste" koymuştuk.

İlk yazının konusuna ilişkin kafamda hiç tereddüt yoktu; Hrant'tan bahsedecektim. Sonuçta o zamanlar daha her gün üç bomba patlamıyordu. Yazmak/bahsetmek dediğime de bakmayın, çoğunluğu Wikipedia'dan kopyalanıp yapıştırılmış ufak bir biyografiden başka bir şey de değildi metin. Yanına da ufak bir vesikalık fotoğrafını yerleştirdik.

O gasteyi biz gerçekten basabildik, dağıtım olarak ilham aldığımız "Coffee News" gibi mekanlarda standlara koyma yolu seçilmişti, ilk o zaman kimi mekan sahipleri karşı çıkmıştı; 'görüş' gerekçesiyle. Daha sonra hami kulübümüz olan Yıldırım Bayezid Rotary kulübü'nden bir kaç kişi de keşke 'siyasi' olmasaydı demişti.

O günden bu yana keşke siyasi olmayarak bir bebekten bir katil yaratan karanlık büyüdü de büyüdü. Şu röportajdaki çocuğa ve daha nicelerine, hepimize yazık oldu.