3 Ocak 2012 Salı

Yeni Bir Dünya Yaratmak İster Miydik?

Bu kitap tanıtım yazısı NOTOS'un Ağustos-Eylül sayısında yayınlanmıştır.

Hepimiz, hayatın her sahasında bir şeylerin yolunda olmadığını, ideal olmadığını düşünürüz. Hep bir şeyleri değiştirebilmenin, kendi doğrularımıza çevirmenin peşindeyizdir. Belki bir bütün olarak inşa etmeyiz de kafamızda bir ütopyamız vardır. Dünyayı ideal bir iyi-kötü, doğru-yanlış kavramlarımız açısından eleştiririz(Modernitenin içine doğmadık mı, sonuçta hepimiz Kant’ın çocuklarıyız.) Modernite ile beraber bu kıstasları rasyonelliğe göre değerlendiririz. Aklı ve bilimi başköşeye oturturuz, bu değerlendirmelerde. İdeal bir ahlak anlayışımız vardır. Peki ya bu değişim isteklerimizi gerçekleştirebilseydik dünya gerçekten çok daha iyi bir yer mi olurdu? İşte bu soruya kendisini tanıyanların tahmin ettiği cevabı veren Ursula Kroeber LeGuin, 1971 yılında yazılmış olmasına rağmen Türkçeye yeni çevrilmiş romanı “Rüyanın Öte Yakası”nda bu konuya eğilip, bir pozitivizm ve determinizm methiyesi meydana getiriyor.

Romanın başkarakteri George Orr, kendisinin “etkili-rüya” diye isimlendirdiği rüyalarıyla dünyayı değiştirebiliyor. Hem de öylesine ki buna şahit olanlar hariç herkes için dünya sanki başından beri bu yeni halindeymiş gibi hafızalarına kadar her şey değişiyor. Karakterin ismi pek tabii olarak bize “George Orwell”i hatırlatıyor, kitapta da zaten Orwell deyince akla gelenlerden “Cesur Yeni Dünya” tamlamasını fark etmek çok da zor olmuyor. Olaylar onların hayallerine benzer bir dünyada başlıyor. Modern devlet hayatın içine inmiş her tarafı kuşatmış halde. Yoğun bi takip düzeni ve otorite hali var. Küresel çapta büyük savaşlar uzun süredir var ve bitecek gibi değil, küresel ısınma ve radyasyon hat safhada, kıtlık ise olağan hal olmuş. Hayat olabildiğine makineleşmiş, hizmet sektörüne kadar her alan otomasyondan etkilenmiş. Olaylar, günümüzde geçse de çok farklı bir (daha doğrusu bir çok) süreçten geçmiş dünya. Orwell de Huxley de o insana sunulan ütopyaların ne hale dönüşebileceğinden bahsetmişti; ama ikisinde de genel bir ütopyaya karşı çıkış gözlenmemekteydi, sadece o an gözleri önünde olanlara ve ya olabileceğini düşündüklerine itirazları vardı. Kitabın kahramanı ise bu ütopyacı zihniyete her davranışı, her özelliğiyle bir muhalefet halinde. Dünyanın en vasat insanı George Orr, Tao ve Spinoza öğretilerinin peygamberi niteliğinde bir karakter.

Dr.William Haber ise kitabın ikinci karakteri ve George’un karşısında moderniteyi temsil eden karakter olarak yer alıyor(Yine isminin yaptığı çağrışımla Jurgen Habermas olarak düşünülebilir). Doktor kendi tabiriyle “Yahudi-Hıristiyan-Batı’da yetişmiş bir adam” ve George’un “pasifliğini” de açıkça doğu mistisizmiyle ilişkilendirerek yazarın kaynağına bizi yönlendiriyor. Doktor var olduğunu düşündüğü evrensel doğrulara göre evreni George’a telkin ettiği rüyalarla şekillendirirken, George ise varoluşu kendi akışına, kendi bütün ve tekliğine bırakmaktan yana. İdeal düzenin ve iyinin olamayacağını düşünen George zaten evrene yaptığı müdahelelerden rahatsız olduğu için doktora gitmektedir; ama doktor onu çok daha büyük müdaheleler için kullanmaktadır. Doktor aklı ve bilimi esas alarak dünyayı daha “iyi” bir yer hale getirmeye çalışırken, ortaya çıkan sonuçlar, insanın kendini diğer varlıklardan üstün görerek kendine dünyayı değiştirme görevi verildiğini zannetmesinin aslında ne kadar asılsız olduğu çok iyi ortaya çıkıyor. Zaten bu karşı çıkış LeGuin’in diğer kitaplarında da sıkça rastlanır; ama asıl konu olmamıştır. Kitap Tao’nun “Wu Wei”, Spinoza’nın “zorunluluk” kavramlarının adeta bir manifestosu olmuş.

Kitabın temel noktası Tao ve Spinoza olunca beraberinde buna bağlı birçok konu da geliyor. Yazarın başka kitaplarında da bahsettiği “Eşzamanlılık” kuramının da bir savunması denebilir. Uzay-zaman ilişkisinin ardışık değil, aksine paralel denebilecek bir halde olduğunu “etkili-rüya”ların uzay-zaman ilişkilerine yarattığı değişimle anlatıyor. Ayrıca modernitenin “normalleştirme” pratiklerinden tedaviye ve cezaya(tabii ki de özellikle tedaviye) yine bu evrensel doğrunun olamayacağı sorunundan yaklaşıyor. Amaç-araç ilişkisinin aslında amaç diye bir şeyin olmadığı, elimizdeki tek şeyin araç olduğu ve buradan kendine amaç addeden insanın tanrıcılık oynayamayacağına varıyor. Ne de olsa Flaubert’in dediği gibi tanrının bir amacı olsaydı, gereksinimi de olacak ve kusursuz olmayacağından tanrı olmayacaktı.* Ve tabii ki hürriyetin(belki de daha doğru bir kelime ile özerkliğin) varoluş bilinci ve kendinden başka bir şey olmama ile geldiğini de atlamıyor. Evrenin çeşitliliği ve bunun içindeki birliğine paralel olarak değişim ve durgunluğu bir bütün olarak değerlendirmesi de kaçınılmaz olmuştur. Tahmin edilebileceği gibi de ilerlemeci, toplumsal ahlakçı fikirlere de sert bir karşı çıkış oluşturmuştur. Bunlarla birlikte insanın gerçek ve gerçeküstü ile olan ilişkisinde gerçeğin çok daha tahammül edilebilir olduğuna da pekala değinmiştir. Yazar, bütün bu konu çeşitliliğini ise hiç sırıtmadan, bir bütünlük içinde hiç bir konuyu havada bırakmadan anlatmayı becermiştir, hatta bunlara değinmezse kitabın eksik kalabileceğini de rahatça söyleyebiliriz sanırım. Yazıldığı dönemle de bağlantılı olarak herhalde hippiler ve ’68 kuşağı gibi öğeler de kitapta nesneler olmuş.

Kapağı Andrei Tarkovsk’nin “Stalker” filminin kapağına benzemesi oldukça manidar olan kitap, sıradan bir fantastik, bilim-kurgu romanı değil. Derin felsefi muhteviyatına rağmen tek okuyuşta her noktayı yakalanabilecek şekilde özenle ve apaçık işlenmiş. “Rüyanın Öte Yakası” bilinçli bir zihnin, bilerek ve özenle bütünün bir parçası olma çabası.

*Aktaran Akal, Cemal Bali. (2006). Özgürlüğün Geleceği Yoktur Edebiyatta Spinoza. Ankara: Dost s.34)

Ata Mert Binicioğulları


Rüyanın Öte Yakası

Ursula K. Leguin

Çeviren: Aylin Üçer (Orjinal Dili: İngilizce)

İstanbul: Metis Yayınları

Yayına Hazırlayan: Özde Duygu Gürkan

224 sayfa - 1.Baskı: Mart 2011