23 Haziran 2011 Perşembe

Dicle, Haberal ve Balbay kararları

Öncelikle Hatip Dicle kararını incelemek gerekirse bu kararın tamamıyla hukuk dışı olduğunu söylemek çok kolaydır. Şöyle ki milletvekilliği statüsü mazbatanın alımı ile başlar. Hatip Dicle'nin avukatları da 17 Haziran 2011 tarihinde Hatip Dicle'nin mazbatasını almıştır. Yani o andan itibaren Hatip Dicle milletvekili statüsünün tüm yönleriyle haizdir. Tabii ki kesin seçim sonuçları o ana kadar ilan edilmemiştir ve bu sonuçlara ilişkin değişiklikler mahfuzdur. Bunun dışında milletvekilliği üyeliğini düşürebilecek tek makam Türkiye Büyük Millet Meclisi'dir. Anayasamızın 84.maddesi üyeliğin düşmesini düzenler ve her halde bu yetkinin meclise tanındığı görülür. Hiç bir kişi veya kurum da anayasanın kendisine vermediği bir yetkiyi kullanamayacağından YSK burada kendine verilmeyen bir yetkiyi kullanmaktadır. Ayrıca 2009 yılında aldığı cezayı 2011'de onayladı Yargıtay ki bu Türkiye şartlarında hızlı diyebileceğimiz bir işlem iken seçimlere yetiştirmek için itirazı daha da büyük bir hızla karara bağladı ve karar 22 Mart'ta kesinleşti yani karar 22 Mart tarihinden beri biliniyordu, bu kararın 9 haziranda YSK'ya ulaşması kağıt işlerinin ağır yürüdüğünden başka bir şey değildir, yalnız YSK sadece kendine gönderilen kağıtları zahmet edip kendisi araştırsa adaylığı önceden reddedebilirdi. 9 Haziranda aldığı kararın basına açıklanmaması ise tek bir amaca hizmet etmektedir: bir az bağımsız milletvekili. Eğer seçimden önce bu karar açıklansa Hatip Dicle'ye verilecek oylar 7.adaya verilebilir ve yine 6 bağımsız aday çıkabilirdi. Bunun yerine YSK bu ara kararını gizli tuttu ve Hatip Dicle'nin milletvekilliği tutanağını milletvekili seçim kanununun 39.maddesince iptal etti ve o milletvekilliği de AKP'ye gitti. Diyarbakır'da AKP'nin iki katı fazla oy alan blok 5 milletvekili çıkarırken AKP 6 milletvekili çıkarır hale geldi. Mesela Halim Aşaner, Hatip Dicle'nin kararını onayan Yargıtay 9.Ceza Dairesi üyelerinden aynı zamanda da YSK üyesi yani kararı biliyordu; ama yine de görmezlikten gelindi, adaylık sırasında blok yeni bir aday gösterebileceğinden, daha sonra da oylar boşa gitsin diye. Ayrıca Türkiye'de milletvekili olma şartları amacının dışında olacak şekilde ağırdır. Mantıklı olanı tek şartın okuma-yazma bilmek iken Türkiye'de yasakoyucu olarak hiç bir fayda sağlamayacak yığınla şart vardır. Yasama; kanun koymak, değiştirmek ve kaldırmak iradesini kullanmaktadır yani zaten neyin yasal olup olmadığına karar verir, o halde bu kişilerin mevcut mevzuata karşı gelmiş olması onların bu görevi gereğince yerine getiremediği anlamına nasıl gelebilir ki? Eğer işlediği suçlara rağmen halkın güvenini kazanmışsa bir kişi onu engellemek hangi mantığa sığmaktadır?
Haberal ve Balbay kararlarının ise hukukiliğinin sorgulanacak bir noktası yoktur. Hukuki zemini bellidir anayasanın 14.maddesine ilişkin suçların dokunulmazlık kapsamında olmadığı anayasanın yasama dokunulmazlığına ilişkin 83.maddesinde belirtilmiştir. Yalnız bu kanunun da amacının dışında olduğunu söylemek gayet rahattır. Yasama dokunulmazlığı milletvekillerinin, hükumetin asılsız kovuşturmalarından korumak amacıyla ortaya çıkmıştır. Yani meclisteki muhalefeti korur. O halde şunu söyleyebiliriz ki iddia edilen suçun ciddiyeti iddianın ciddiyetini göstermez. Yalnız kanun burda iddianın değil iddia edilen suçun ciddiyetine ilişkin bir sınırlama getirmiştir ki oldukça yersiz olduğunu pekala görmekteyiz.