14 Nisan 2020 Salı

Symposion'la Karşılaşmalar, Sayıklamalar

Antik Yunan’dan herhangi bir şey okuduğumda sadece “Off ne boş yapıyorlar ya!” tepkisi verebiliyorum. Sanırım felsefeye uzak kişilerin “Felsefe zaten boş yapmak değil mi?” tepkisi ile Antik Yunan’a verilen önemin bir ilişkisi var. Zaten felsefeden çok tarihiyle uğraşan, yazılanın yorumlanmasıdan ibaretleşmiş akademinin kamuyla ilişkisizliği de biraz bu hantallıktan. Neyse, Symposion da öyle bir eser; ama şöyle bir farkla okurken çok eğlenceli. Genel olarak Platon’un sohbet havasındaki üslubu(burada böyle tırnak içinde diyalog yazıp tribe girilir aslında) çok akıcı olmayabiliyor; ama metinde içkili atıp tutan erkekler havası baya baya alınıyor.

Metnin en ünlü kısmı malum(günümüzdeki şöhretinde Coelho’nun büyük payı olsa gerek) androjen insanlara yönelik öfkesiyle Zeus’un insanları ikiye ayırması ve sevginin aslen insanın kendi eşini/benzerini araması olmasına ilişkin Aristophanes’e anlattırılan hikaye. Bu hikayeden kendi çıkardığı ders ise bize oldukça tanıdık.

Hikayede, kişilerin kendisiyle aynı veya farklı cinsiyeti sevmesinin kökeni de böyle bir özleri olduğu iddiasına dayandırılır. Hatta bu yapılırken diğer cinsiyeti sevme ile mantık zincirinde bir boşluk oluşturan aşırı libido da ekleniverir. Yalnız benim değineceğim kısımda erkek seven erkeklerin, bu sevgisinin kimilerince sapkın görülmesinin yanlış olduğunu ve tam tersi bunların özünde daha çok erkeklik olduğunu bu yüzden erkeklere yöneldiği ifade edilir. Zaten metinde kadınlara olan sevginin, kadınlığın daha aşağı görülmesi sebebiyle, küçümsendiği bolca görülür.

Erkeklere olan ilginin o kişinin özündeki daha çok erkeklikten kaynaklandığı ve bu sebeple de daha çok el üstünde tutulması fikri günümüzden, bu coğrafyadan bir deyişi hatırlatıyor, “Erkek adam erkek siker.” Erkekler içi sosyalleşmede homofobinin ısrarlı şekilde kendini göstermesi erkeklik üstüne yazılmış herhangi bir toplumsal cinsiyet çalışmasında zaten görülür. Erkeklik sürekli ispat edilmesi gereken, sürekli ulaşılması gereken bir amaç olarak heteroseksüelliği de içinde barındırır vs. vs. Bu şaka yollu laf da heteroluk üzerinden erkekliğin sürekli kanıtlanması ihtiyacına cevap veren bir işleve sahip. Kendiliğinden bir oluşu tahayyül edemeyince, tekil temelli bir var olma hali öngöremeyince bu rekabetler de düşüncelerin kaçınılmaz parçası oluyor sanki.

İşte bu kendiliğinden oluşun çoğunlukla kenara atıldığı söylenebilecek symposion’da da, sevginin nasıllığı vs. üzerine konuşulurken hangi durumda övüleceği ve güzel olacağı anlatılır. Yani bir nevi meşru olan sevginin ne olduğu söylenir. Pausanias konuşmasının başlangıcında iki Afrodit’ten bahseder, biri göksel(Urania) biri kamusal(Pandemos). Tabii ki de göksel(ilahi?) Afrodit övgü alırken kamusal olan yerilir.

Metinde pek tabii ki kişinin içselliğine olan sevgi övülür, kişinin sabit bir özü olup olmadığına dair tartışma dahi yoktur, üstüne bu kişinin özüne yönelen sevgi ilahi görülür ve bu sebeple de meşrudur. Tıpkı pre-modern siyasetin meşruiyetinin de göklerden gelmesi gibi. Yerilen ise kamuya ait olan, insandan gelen, seküler olan. Sevginin kutsallığı bir zincir halinde kopulamayan, ayrılmanın kötü görüldüğü ilişkilere korunması ayakta tutulması gereken kutsal aşklara ve belki de buradan saygı duyulması gereken, kutsal görülen çeşitli ilişkilenmelere(aile gibi, toplum gibi) götürür bizi.

Meşruiyet yer yüzüne indiğinde kendi zamansallığından(sekülerliğinden) alırken meşruiyeti, bir anlatıyla kendini ispat yükümlülüğü gelir. Ezeli ve ebedi anlatılar üreterek bu zamansal meşruiyetini kurarken belki de eski araçlardan yararlanıyordur; çünkü Aristophanes’in anlatısı da aslında bu ezelilik ve ebedilik iddiasına oldukça yarayabilir. Sevginin meşruiyeti ise modern dönüşümüne geç başlayan ve modernite içinde zirve yaptığını dahi görmediğimiz bir dönüşüm içinde.

Bu dönüşümlerden biri de kapitalist modernitenin maddi şartlarının ortaya çıkardığı serbest flört piyasası ve bu piyasanın ortaya çıkardığı “incel”ler. Flört serbest piyasasının dijital araçları(Tinder vs.) kolay erişilebilir bir cinsel haz iddiası ile ortaya çıkıyor. Günümüzde artan erkek hakları aktivizminin önde gelen toplumsal hareketlerinden incel grupların bu uygulamaların verilerini kendi argümanlarında nasıl kullandığını da görüyoruz. Erişilebilirlik bir tartışma konusu yapıldığı anda liberal bir buna erişme hakkı, adeta bireyci bir fırsat eşitliği de beraberinde geliyor. İşte sevgi nesnesi olmamalarının sebebini bu serbest flört piyasanın beklentilerine, bu piyasanın değerlemesine uygun olmayan bir özleri olduğuna bağlamak da popülerliği giderek artan “incel”liğin başat iddialarından.

Yani görülüyor ki meşruiyet yeryüzüne inerken, kendinden önceki bazı parçaları ya beraberinde almış, alamadığı bazılarını ise bırakmamış; ama halının altına süpürmüş. Ordan burdan pörtlüyor. Toplumsal bir değerlemedeki(flört serbest piyasasında arzu nesnesi olarak değer biçilmesi) konumlanmaları belki ilahi öze dayanarak yapılmıyor; ama yine de kamusaldan çok göksele yakın görülebilecek biyolojik bir öze dayanabiliyor. “Chad” olmaya atfedilen spesifik çene yapısı, bahsedilen “incel” örneğinde buna oldukça uygun.

Diotima ve Sokrates arasında geçen kısmında metnin ilginç bir iddia ortaya atılır. Sevgi daimon olarak tanımlanarak yukarıda bahsedilen ikiliğin ortasında tanımlanır. Burada ortası olmasına vurgu yapmak gerek, dışında veya bütünlüğünde değil. Bu arada derede kalmışlık hali kültürel/toplumsal/kamusal olan ile ilahi/göksel/özsel olanı aynanda barındırabilecek bir belirsizliği hatırlatır. Sanki sürüden topluma geçişin belirsiz ve tahmini noktası olan haram birleşme yasağı/ensest tabusu gibi veya moderniteye geçişte belki de benzer bir noktada olabilecek Machiavelli gibi. Yine de ikilik üzerinden düşündüğü için şeylerin kendi oluşlarındaki farklılığa değil dışsal bir farklılığa atıf yapan bir yerde kalıyor gibi. Zaten penia(yoksunluk) ile poros’un(çare-ilgili yoksunluğun çözümü olsa gerek burada) çocuğu sevginin özünde güzelliğe düşkün olması ifadesi de tam böyle dışsal bir varolmayı ifade etmiyor mu?

İşte bu ikilik, modernitenin saptığı kartezyen yoldan ileri gelir; ama yeryüzüne inmenin tek yolu bu muydu diye sormaktan da öte, şunu dahi sorabiliriz: Hem metindeki hem de verilen incel örneğinde veya sürekli ulaşılmaya çalışıldığı ispat edilmesi gereken erkeklik özünün kabulünde olduğu gibi, bu durumlarda gerçekten yeryüzüne göklerden inildiği söylenebilir mi ki? Yoksa bir ayağımız göklerde, güneşte değilse bile ayda mı? İkilik yeryüzüne inmemize izin vermediyse post-modern derken neyin sonrasından bahsediyoruz, belki de yaşadığımız dünyanın mütehakkim düşünsel evreni hala zirvesini bile görmediğimiz ve tırmanan adına modern denmiş -zamansallığı ile seküler; ama dünyadanlığı meçhul- ikilik düzenidir.





2 yorum: